BİZ ÇOCUKKEN
Yetmişli yılların başları, aylardan aralık, yılbaşına bir haftadan daha az bir zaman var. Karadeniz den gelen soğuk ve dondurucu ayaz insanın iliklerini bile donduruyor. Boyabat la Gerze arasında sınırda bir yayla; Ahşaptan yapılmış tek odalı bir ev. Meşe ağaçların tomrukları dizilerek yapılmış. Ağaçların araları, soğuktan korunmak için çamurla sıvanmış, derme çatma bir yapı.
Ortada tenekeden yapılmış bir soba, üzerinde su ısıtmak için konulmuş bir kova. Sobanın yaklaşık bir metre önünde tuğla ile çevrilmiş kemerli ocaklık, ekmek pişirmek, yemek yapmak vs. işlerde kullanmak için yapılmış. Ocaklığın sağ tarafında üç gözlü dolap var; Bitişiğinde ‘terece’ diye isimlendirilen banyo yapmak için kullanılan, yaklaşık 80 cm 80 cm lik bir dolap. Ocaklığın sol tarafında altına odun, üzerine tencere tava vs. şeyler koymak için yapılmış diğer bir dolap. Sobanın sağ tarafındaki duvarda kalın ağaçtan yapılmış sergen diye isimlendirilen raflar var. Sobanın arka taraşında yatakların yığıldığı ‘yüklük’ diye isimlendirilen yer bulunuyor. Sobanın sol tarafında ise yaklaşık 30cm. e 30cm. büyüklüğünde ‘temek’ diye isimlendirilen aydınlatma penceresi olan, o zamanın şartlarına göre normal bir yayla evi.
Tuvaleti evin bitişiğinde, kenarları tahtalarla örtülmüş ama her tahtanın arası yaklaşık 1cm açıklık ta. Dışarıda gelen soğuğu rahatlıkla hissedebildiğin bir yer. Tuvalet taşı yerine taban da ki ağaç kesilerek yapılmış ve aşağısı açık bir çukuru olan yerdi bizim tuvaletimiz.
Bir akşam üstü yirmi bir yaşında bir kadın daha ilk çocuğunu dünya ya getiriyor. Köyün yaşlı kadınları toplanmışlar. Ne hastane ne doktor ne de ebe var. Bütün imkansızlıklara rağmen, zor da olsa bir erkek çocuğu dünya ya geliyor. Çocuğu sarmak için bırakın elbiseyi doğru düzgün bir çarşaf bile yok. Yayla da kışın soğuğunda derme çatma bir evde yaşam mücadelesine başlamıştı, minicik yavrucak. O zaman bu şartlar altında dünya ya geliyordu çocuklar.
İki gün sonra dedesi, ‘bana sorarsanız babamın adını koyun ‘diyor ve böylece adı ‘İsmail’ olarak kalıyordu. O zaman mamayı bilen bile yoktu. Anne sütüyle büyüyordu, küçük İsmail.